Aşırı vergiler olduğu sürece işler düzelmez
Devlet aygıtını anormal seviyede büyütürseniz vergileri artırmaktan başka çareniz kalmaz. Durumu basit bir örnekle açalım.
1. Tohumu ithal edende aşırı vergi var.
2. Tarlayı süren traktörde, yakıtta aşırı vergi var.
3. Tohumda aşırı vergi var.
4. Gübrede aşırı vergi var.
4. Haşere ilacında aşırı vergi var.
5. İşçide aşırı vergi var.
6. Biçerdöverde aşırı vergi var.
7. Değirmende aşırı vergi var.
8. Ambalajda aşırı vergi var.
9. Toptancıda aşırı vergi var.
10. Perakendecide aşırı vergi var.
11. Fırında aşırı vergi var.
12. Ürünü dağıtan vasıtada aşırı vergi var.
13. Son satıcıda aşırı vergi var.
14. Tüm basamaklardaki alet-edevatta aşırı vergi var.
Son 300 yıldır bilimden, akıldan, fenden üretimden koptuğumuz için üretim-tüketim süreçlerindeki tüm aygıtlar, maddeler için sürekli olarak patent payı da ödüyoruz.
Osmanlı Devleti 1700’lerden itibaren eğlenceye, keyife, gösterişe, şatafata, tatile, uykuya daha çok önem vermeye başladı. Batı’nın sadece dış görünüşle ilgili uygulamalarını kopya etti. Fransız gibi Alman gibi, İngiliz gibi yaşarsa ileriye gideceğini sandı. Devlet 1870’lere gelindiğinde aldığı dış borçların faizlerini bile ödeyemez duruma düştü.
1923’te kurulan yeni Cumhuriyetin nüfusu sadece 13 milyon idi. Halkın büyük bölümü yaşamsal bakımdan sağlıksız, eğitimsiz, mesleksiz, projesiz ve bilinçsizdi. Üretim araçları, madenler, tesisler büyük oranda yabancı girişimcilerin kontrolündeydi.
1923-38 arasındaki 15 yılda eğitim, üretim, planlama, imar bakımlarından çok önemli adımlar/temeller atıldı.
1939 yılında 2. Dünya Savaşı başladığı için Devleti yönetenler ister istemez savunma (askeri) giderleri yükselttiler. Bu da toplumda fakirliği, sefaleti, darlığı yeniden artırdı. O dönemde sadece bizde değil Avrupa ve Amerika’daki tüm ülkelerde karne ile tüketim modeli uygulandı.
İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra haydut, kural tanımaz, hukuk bilmez, katil devlet ABD dünyanın yüzde 70’lik dilimine adeta el koydu. Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya, Güney Kore, Hollanda, Norveç, Danimarka, Türkiye, Pakistan, Belçika, Avusturya, Mısır, Yunanistan, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Irak vb. gibi ülkelerin endüstriyel yapısını, eğitimini, kültürünü, bilimini, akademisini, dış politikasını ABD / CIA belirlemeye başladı.
Son 80 yılda terörist devlet ABD Türkiye’nin iç-dış işlerine makul olmayan sınırların ötesinde karıştı. Bunu yaparken Mason, Rotary, Lions, Inner Wheel, Davos Forum, Bilderberg gibi gizli gündemli/amaçlı dernekleri çok kullandı. Kamuda görev alan siyasetçileri, bürokratları eğitim / kurs / seminer / organizasyon /fon kılıflarıyla devşirdi, kullaştırdı. IMF, Dünya Bankası gibi finansal örgütleriyle dış borcumuzu artırdı.
Askeriye yüzde 97 oranında ABD’nin birinci derecede söz sahibi olduğu NATO adlı hukuk tanımaz yapıya bağlandı. Batının çöpe atacağı işe yaramaz araç-gereçler (uçak, gemi, denizaltı, tank, top, tüfek, çanak-çömlek, gıda vb.) paralı ya da parasız olarak bize kakışlandı.
1990 yılında İzmir Gaziemir Ulaştırma Yedek Subay okulunda 3 ay temel eğitim almıştım. Orada kullandığım tüm ürünlerde (çatal, kaşık, tabak, tüfek, mermi, taşıt) ABD (USA) ibaresini ve 1950’li yılların tarihlerini bizzat görmüştüm. Yerli hiçbir askeri ürün söz konusu değildi…
“ABD’li uzman” görünümlü ajanlar 1945 yılından bu yana bizim okullarda neyi ne kadar öğreneceğimize karar verdi. Sadece hafif sanayi ürünleri imal etmemize (leğen, sandalye, masa, çimento, tuğla, kiremit, çorap, gömlek, don, yağ, salça, şeker, tuz, un vb.) müsaade edildi.
Batının büyük markaları bu topraklara fabrikalar açtılar. Bunu yaparak hem yerli sanayinin ortaya çıkmasını engellediler hem de ucuz işgücü ile yüksek kar elde ettiler.
1950’den sonra iyice Batı’nın normlarını (sömürge kurallarını) kabul etmeye başladık. Üretici eğitimin verildiği Köy Enstitülerini yakıp yıktık. Siyaset arenasını feodal beylere, ağalara, şeyhlere, şıhlara, taşra esnaflarına bıraktık. Parası olmayanları Meclise sokmadık. Vekillik makamları dededen babaya, babadan oğula geçmeye başladı. Son 75 yılda vekil olanların tamamı 800 ailenin ferdi olarak karşımızdadır.
Bugün, etkisi, yetkisi son derece az olan Meclisin 600 üyesinin halktan, gerçeklerden, ekonomiden, bilimden, akıldan ne kadar uzak olduğu herkesin malumudur.
Menderes, İnönü, Demirel, Özal, Ecevit, Türkeş, Erbakan, Bahçeli, Çiller, Yılmaz, Baykal, Akbulut, Gül, Davutoğlu, Kılıçdaroğlu, Yıldırım, Erdoğan vb. gibi siyasal liderlerin eğitim, bilim, kültür, teknoloji, yönetim anlayışlarını zihninizde canlandırdığınızda çoğunun ABD’nin planlarının ötesine geçemediğini görürsünüz.
1946 yılında çok partili demokratik düzene geçtik ama siyaset dünyasında, Mecliste hep tek parti yaklaşımı egemen oldu. Ağalar, paşalar, beyler, şeyhler; hangi parti popüler olduysa o tarafa geçerek halkın fakir kalmasında rol oynadılar.
Geçen 80 yılın siyaset ağalarına (kadrolarına) baktığımızda yüzde 90’ının Anavatan Partisi, Halk Partisi, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Saadet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Ak Parti arasında dolaşan aile fertleri olduğunu net biçimde görebiliriz. Yani dede Demokrat Partide, baba Adalet Partisinde, oğul Anavatan partisinde, torun Ak Partide etkin konumlara gelmiştir.
Parası, arkası, aşireti, holdingi olmadan Meclise giren yüzde 5-10’luk kitle 3-5 yıl orada sessizce oturup, parmak indirip kaldırarak gününü geçirmektedir. Bunların; yasaların hazırlanmasında, demokrasinin geliştirilmesinde katkısı söz konusu değildir.
Bilimden, hukuktan, akıldan, insaftan, dinden, etikten uzaklaşan toplumlar ve devletler huzuru, eşitliği, merhameti, eğitimi düzgün biçimde işletemiyor.
Yakın tarihimizin son 25 yılındaki ekonomik, kültürel, ahlaki vaziyetimiz toplumu yeniden düşünmeye itmiştir. Son yerel seçimlerde toplumun büyük bölümü, gençler, emekliler “metal yorgunluğu belirtileri” gösteren siyasetçilere hayır demiştir.
Halk kitleleri gösterişe, şatafata, israfa, akraba kayırmacılığına, aşırı vergilere, ballı maaşlara, erken yaşta emekliliğe, mülakata, soruları çalınan sınavlara, bir işe yaramayan diplomalara, niteliksiz mülteci istilasına, Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) itiraz etmiştir.
Küresel çetelerin uzantıları, ABD’nin CIA adlı örgütü, büyük holdingler, STK’lara para saçan hırsız vakıflar; din baronlarını, medya leşkerlerini, interneti kullanarak uyku sürecini uzatmaya çalışmaktadır.
Enflasyon sadece fakirleri soymaya yarar. Yani enflasyon fakirlerden alınan en acımasız gizli vergidir. 200 civarındaki ülke arasında enflasyonu en yüksek 5 ülkeden biriyiz. Enflasyonun düşmesi için devletin aldığı insaf dışı vergilerin azaltılması şarttır. Bunun yapılabilmesi için de kamudaki memurların, işçilerin, sarayların, uçakların, makam araçlarının, daire başkanlarının, müdürlerin, amirlerin, lojmanların, polislerin, askerlerin, bekçilerin, danışmanların, muhtarların vb. yarıya düşürülmesi şarttır. Nüfusu 1-10 bin arasında olan ilçelerin belediyeleri derhal kapatılmalıdır. İl sayısı da azaltılmalıdır. 20 – 100 bin nüfuslu 20 kadar il ilçeye dönüştürülmelidir. Makam araçlarının yüzde 80’i satılmalıdır.
Devlet aygıtı Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda, Belçika, Kanada vb. gibi ülkelerde nasıl ise bizde de öyle olmak zorundadır. Başka bir seçeneğimiz yoktur.