ALİ ÖZDEMİR YAZDI.. "Gıda…"
Gıda…
Son 10 günde şehrin birçok mahallesinde, caddesinde, sokağında aheste aheste yürüdüm. Yeni yapılan binaları, binbir emek ve umutla açılmış süslü dükkanları inceledim…
“Ucuz satış yapıyor” algısı oluşturan 5-6 farklı market zincirinin her mahalleyi istila etmiş olduğunu bir kere daha gördüm. Buralarda ne yazık ki son derece kalitesiz, içeriğinde onlarca kimyasal madde (monosodyum glutamat, glikoz şurubu, sitrik asit, palm yağı, boyalar, hormonlar, genetiği değiştirilmiş organizmalar vb.) bulunan şeyler satılıyor.
Zincir marketlerde, aynı yerde üretilmiş farklı farklı markalar altında satılan çarçur ürünlerin ambalajındaki “içindekiler” kısmına bakarsanız bunlarda “gıda” hariç her şeyin var olduğunu görebilirsiniz.
Son 100 yıl zarfında 1,7 milyardan 8 milyara sıçrayan insan kitlesini "doyurabilmek" için kimyasal gübreler, ilaçlar, hormonlar, genetik ile oynamalara başvuruldu. Doğal, organik, gerçek gıdalar piyasadan silindi. Bu sayede kanserden ölenler onlarca kat arttı...
Geçen yaz dağ başındaki yaylalarda yürüyüş yapıyordum. 70 yaşlarında, güleç yüzlü, görmüş-geçirmiş bir kadın 10 kadar ineği otlatıyordu. Yanına gittim. Nelerle uğraştığını, nasıl geçindiklerini, hayvancılığı sordum. Dedi ki, “Bu ineklere biz de fabrika ürünü yemlerden veriyoruz. Bunları vermezsek hayvandan 2-3 litre süt çıkıyor. Yem olunca ise 5-10 kat artış oluyor.”
Prof. Dr. Kenan Demirkol ise şunu ifade ediyor: “Çayırlarda, meralarda serbestçe dolaşan, sadece ot ile beslenen hayvanların eti, sütü, yağı yenebilir. Bunun dışındakiler, ağılda hapis olarak yaşatılanlar, hormonlu yemlerle besleneneler asla yenmez.”
Muhtar…
Şehrin ara sokaklarında yürürken gözüme; muhtar ve belediye başkanı adayı olan kişilerin albenili, abartılı, üzerinde oynanmış sahte fotoğraflarıyla dolu afişler de çokça çarptı.
Bazı adayların isimlerini üşenmeyip Google.com adlı siteye yazdım. Yüzde 90’ının yeryüzünde hiçbir izi olmadığını gördüm.
Diplomasız, yeteneksiz, zekasız, bilgisiz, mesleksiz, üretimsiz, projesiz birçok insan hiç utanmadan muhtar ya da belediye başkanı olma yoluna düşmüş.
İnsan kendine bir bakar. “Ben bugüne kadar ne ürettim ne tasarladım” diye düşünür. Sadece şan, para, servet, ihale, işe adam sokma, siyaset ağalarına yakın olma gibi niyetlerle yola çıkılmamalı. Demokrasi bu değil.
İki lafı bir araya getiremeyen, sadece 100 – 200 kelime ile iletişim kuran kişiler halkı yönetmeye talip olursa orada demokrasi değil “güce tapınma” yerleşir.
Ali Özdemir